Merhaba arkadaşlar uzun zamandır görüşemiyorduk dünya bizleri peşinden koşturmaya devam ediyor.İnşallah hepiniz iyisinizdir.Hepinize kucak dolusu sevgilerrrr:)
1) Ağaç dikin, yabani otları yolun, bırakın elleriniz toprakla buluşsun. 2) Gülmek için, size eşlik edecek birilerinin olmasını beklemeyin. 3) Bahçenizde, balkonunuzun uygun bir köşesinde domates, biber, maydanoz yetiştirin. Az bile olsa tohumunu elinizle ektiğiniz bi...r sebzeyi yemek çok tatlı gelecektir. 4) Sabredin, istediklerinizin gerçekleşmesi için belirlenmiş doğru bir zamanı vardır. 5) Bir şeyler üretin. Resim yapın, yazı yazın, atkı ya da kazak örün. 6) Yavaşlayın ve anın keyfini çıkartın. 7) Uzun zamandır kin beslediğiniz birisini affedin. 8) Bir çocuğu veya bebeği sevin. Onlardan pozitif bir enerjinin size geçtiğini görecektir. 9) Çocukları üzecek ve incitecek bir şey yapmaktan sakının. 10) Çocukluğunuzda okuduğunuz masal kitapları sakladığınız yerden çıkarın ve tekrar okuyun. 11) Bir işi bitirmek için kendinize yeterli süre tanıyın. 12) Başarılarınızı ve başarısızlıklarınızı şansa bağlamayın. 13) Bir hayvanı sevin ya da yapabiliyorsanız ona sarılın. 14) Gün doğumu ve gün batımının ihtişamını hissedin. 15) Geçmişin geride kaldığını ve geleceğin belki de hiç gelmeyeceğini hatırlayın. 16) Kusurlu yanlarınızı sevmek zorunda değilsiniz ama en azından onları kabul edebilirsiniz. 17) Karıncaların evlerini inşa edişlerini ve kendi ağırlılarının 10 katı yiyecek taşıyışlarını izleyin. 18) Ara sıra içinizdeki çocuğun yaramazlık yapmasına izin verin. 19) Başarı bir süreçtir, bir varış noktası değildir. Bunu hep hatırlayın. 20) Evinizde çiçek besleyin. 21) Cebinizde veya çantanızda şeker taşıyın. Arkadaşlarınıza veya karşılaştığınız çocuklara bunlardan verebilirsiniz. 22)İşlerinizi ertelemeyin. Böylece geriye dönüp hataları düzeltmek için yeterli zamanınız olur. 23) Uzun zamandır aramadığınız bir arkadaşınız varsa hemen şimdi onu arayın. 24) Uzun zamandır rafta okunmayı bekleyen kitabınızı alın ve okumaya başlayın. 25) Ara sıra nostaljik takılın. Çocuk parkına gidip salıncağa binin, elma şekeri veya pamuk şekeri yiyin. İp atlayın, ya da misket oynayın. 26) Yeni bir dil öğrenin. 27) Rutinlerinizin dışında çıkın. Her zaman kullandığınız yoldan farklı bir yol keşfedin, mobilyalarınızın yerini değiştirir. Farklı bir yerden alış-veriş yapın. Yani bir şeyi farklı yapın. 28) Birisine yardım elini uzatın. 29) Hayatınızda değiştirebileceklerinizi değiştirin ve geri kalanları kendi haline bırakın. 30) Ve bugün sahip olduğunuz bir şey için şükredin.
Sevdim,



Semada yüzen bir bulutu, sevdim,


Sevdim, istiridyeki nadir inci tanesini...






Sevdim, bir balığın pulundaki inceliği,


Sevdim, yürekten gülen bir ben-i ademi...






Sevdim, varlığımın sebebi kaderimi,


Sevdim, sevilmeyi, sevdim sevmeyi...






Sevdim, bendeki beni, sevdim yaradanı beni,


Sevdim, bendeki bedeni, bebeğimi...






Ama en çok ,


Sevdim, bir bendeki seni,


Bir tek seni,


Bir tanecik seni,


Kardelenimi,


Can çiçeğimi,


Güzelimi,


Solmayan ümidimi,


Sevdiğimi,


Hep seni...
Vaktiyle bir vezir, padişah katında hatırının kırılmayacağına inanarak kendisinden şöyle bir ricada bulundu:
- Sultanım benim iki tane karım, her birinden de üçer çocuğum var Karılarımın hangisinin analık duygularının daha kuvvetli olduğunu merak ediyorum Malımı da buna göre vasiyet edeceğim Şunları bu konuda bir sınamanız mümkün mü?
Padişah, veziri sevdiği için gönlünü yapmak istedi Hanımlarından birini çağırttı ve dedi ki:
- Ey hatun, benim vezirim olan senin kocan, gözdelerimden birini baştan çıkarmış Bunun cezası aslında ölümdür Ama sen kocanı affedersen idamdan vazgeçip onu sevgilisiyle beraber ülke dışına sürgün edeceğim
Kadının gözlerinde intikam alevi parladı:
- istemem, bana yar olmayan başkasına da yar olmasın! Asın, ipini de bana çektirin!
Padişah daha sonra vezirin öbür karısını çağırttı Ona da aynı şeyi söyledi Vezirin ikinci karısı tam tersine bir tavır takındı:
- Aman sultanım, ben kocasız kalmaya razıyım, ama çocuklarım babasız kalmasın, idam edeceğinize sürgün edin de çocuklarım babalarıyla bir gün kavuşma ümidini kaybetmesinler,Arkadaşlar analığı hakkıyla yapmayı nasip etsin Rabbim bize...



Bir gün bir dağ güneşle birlikte güne uyandı. Rüzgarın esintisiyle



ağaçlarının dallarını sallaya sallaya esneyerek gerindi. Güneş pırıl pırıl


ufukta tam karşısından doğuyor, onunla arasında masmavi bir deniz çarşaf
gibi günü karşılıyordu.


Dedi ki, "Ben ne güzel bir yerdeyim, önüm masmavi bir deniz ve her gün güneş


bana gülümseyerek gün başlıyor."


Gökyüzünde küme küme bulutlar pamuk yığınlarını andırıyordu.


Martılar çoktan uyanmış gökyüzünde dans ediyorlardı. O sırada dağ bir de


baktı ki, eteklerinde bir minicik fare denize doğru yürüyor.


"İiiiiiiiihhhhhh , bu da ne? Bu küçük fare benim manzaramı şimdi neden


bozuyor?"


Onun oradan bir an önce gitmesini istedi ve şöyle bir titredi.


Tepeden aşağıya doğru bir kaç taş hızla yuvarlanmaya başladı. Fare sesi


duyunca hemen bir yüksek kayanın üstüne sıçradı ve oraya yerleşti. Düşen


taşlarda ona hiç bir zarar vermedi. Farecik de başladı denizin güzelliğini


seyre...




Ara ara atlayan zıplayan balıklar denizin duruluğunda küçük halkalar
oluşturuyordu.


Deniz dağın sıkıntısını anladı ve dağa seslendi:


"Neden böyle bir günde bir küçük fare için mutsuzluk oyununa başlıyorsun ki?


Bak ben dümdüzken balıklar da benim duruluğumu bozuyorlar. Ben onlara


kızıyor muyum? Biliyorum ki onlar bensiz ben onlarsız olamayız. Sen de


seninle birlikte yaşamak zorunda olanlara kollarını açmalısın. Güneş hiç


bulutlara bozuluyor mu? Benim ışınlarımı engelliyorlar diye kızıyor mu?






Kabul et gerçeği, herşey bir şeylerle bütün aslında. Fark ve güzellik de


burada. Bu sayede hergün ayrı bir şey öğretiyor bize; her gün ayrı bir ders


veriyor. Sen iyisi mi sadece SEYRET, SUS ve DİNLE."






Dağ denize sordu:






"SEYRET, SUS ve DİNLE? O da ne demek?"






Deniz, "Bak... Seyrettiğinde güzellikleri göreceksin... Sustuğunda kendinden


başkalarının söylediklerini duyabileceksin...






Dinlediğindeyse onlardan öğrendiklerini uygulama fırsatı bulabileceksin..."
Gönlü Allah ve Resûlullah Aşkıyla Doldurmak
Hz. Mevlânâ, şahsında birkaç yönlü cevher bulunan biridir. Her ne kadar, bir kısım kimseler tarafından, “hümanist bir İslam filozofu”, “ünlü bir halk ozanı”, “mistik bir şair” veya “İslam düşünürü” sıfatlarıyla tanıtılmaya çalışılsa da, asıl adı Mevlânâ Muhammed, lakabı Celaleddin-i Rumî olan bu şahsiyet, bir İslam alimi ve İslami ilimlerin tahsil edildiği kurumlarda görev yapan bir müderristir. Dolayısıyla o, her şeyden önce, Allah’ın kitabını ve Rasûlünün sünnetini bilen bir şahsiyettir. İşte böylesine sağlam bir dinî birikime sahip olan Hz. Mevlânâ, adeta kendisini yetiştirmek ve eksik kalan kısımlarını tamamlatmak için Allah tarafından gönderilen gönül adamı ve aşk ummanı Şems-i Tebrizî ile karşılaşınca aşktan da nasibini almış, böylece ilimle aşkı mezc ederek, insanı tanıma ve kendine tanıtma vadisinde çift kanatlı bir hale gelmiştir.
Yaşadığı halleri önce sadık müridi Hüsameddin Çelebi’nin anlayabileceği hale getirdi de öyle anlattı. O söyledi, Hüsameddin Çelebi yazdı ve ortaya 26.000 beyitlik Mesnevî gibi bir şaheser çıktı. Diğer eserleri de, uzun yıllar almış olduğu tahsilin, aşkla ve tefekkürle yoğrulan neticeleriydi... İşte böylesine müstesna bir mücevher olan Hz. Mevlânâ’nın, insanın manevi eğitimi için tavsiye ettiği ve belki de ilk şart koştuğu esas, kişinin ilahi aşka sahip olması ve Allah’a olan sevgisi ve muhabbetinin, O’nun sevgili kulu ve rasûlüne de yönelik olmasıdır.
Hepimizce malum olan bir beytinde şöyle der Hz. Mevlânâ:
“Ben şu canı bu tende taşıdığım sürece Kur’an’ın kölesiyim. Ve ben Hz. Muhammed’in yolunun tozuyum toprağıyım.
Birisi benden, bundan başka söz naklederse, o kişiden de uzağım, o sözden de...”
Bir başka yakarışı ise şöyledir:
“Allah’ım bana yerle gök arası genişliğinde bir dil ver ki, meleklerin bile hayran olduğu Muhammed Mustafa’yı anlatıp da durayım.”
Böylesine bir aşkın sahibi olan Hz. Mevlânâ, bizlerin de dikkatini aşk bahsine mevzuuna çekmek ister ve der ki:
“Kâinatta ne varsa aşktan ibarettir. Aşk olmasaydı, bu kainat nereden olurdu? Ekmek nasıl olurdu da kendini sana yedirip senin vücuduna katılır ve sen olurdu? Bil ki ekmek, o aşk sayesinde kendini sana verdi ve sende fani olarak sen oldu.”
“Aşk, ölü ekmeğe bile can bağışlıyor, fani olan canını sana katıyor, ebedileştiriyor.”
“Bil ki, içi ilahi aşk ve muhabbetle dolu olmayan insan, ne kadar zavallıdır. Belki hayvandan daha aşağıdır. Zira Ashab-ı Kehf’in köpeği dahi aşk ehlini aradı buldu, ruhani bir safaya erişti ve o has kullarda fani olarak cenneti kazandı.”
“Ölü idim dirildim. Gözyaşı idim tebessüm oldum.
Aşk deryasına daldım, nihayet baki olan devlete nail oldum.”
“Vefatımdan sonra benim kabrimi aç ve içimin ateşi sebebiyle kefenimden nasıl duman yükseldiğini gör.”
Hz. Mevlana’nın bu telkini bize bir başka Allah dostunun, Es’ad-ı Erbili’nin beytini hatırlatıyor:
“Ne mümkün bunca ateşle şehid-i aşkı gasletmek.
Cesed ateş, kefen ateş, hem âb-ı hoşgüvar ateş”
Nitekim bu aşkla, bu şevkle dolu olan Hz. Mevlânâ, sadık ve sevgili müridi Hüsameddin Çelebi’nin ifadesine göre, soğuk kış gecelerinde dayanamadığı aşk ateşinin hararetiyle kendini dışarıya atar, sofada başını secdeye koyarmış... Hararetinin şiddetinden secde ettiği yerdeki buzlar erir su olurmuş... Tıpkı, secdelerde gözyaşları toprağı çamura çeviren Abdülkadir Geylani gibi... Ve tıpkı, uzun secdelerde gözyaşları sakalını ıslatacak kadar akan iki cihan sultanı Hz. Muhammed Mustafa (sav) Efendimiz gibi...
Kıymetli okuyucularım,
Gönüllerini Allah aşkıyla cilalamış olanlar, her an oraya bir başka güzelliğin aksettiğini görürler. Her an Allah’ın sayısız kudret akışından birine şahid olurlar. Yani benliklerinde gizli “ahsen-i takvim” hakikatini keşfederler. Çünkü onlar için, bizim güzelliklerine sarıldığımız mecazi renkler ve kokular yoktur. Dünyevi renk ve kokuları aşan ve gönülleri Allah ve Resulünün aşkıyla dolu olan bu aşıklar, eşya ve olaylara “Muhammedî” sürme çekilmiş gözlerle ve firasetle baktıkları için “Ney”i bir “kamış parçası” olarak görmez, sesini de “sıradan bir ses” kabul etmezler.Bu sebeple, Hz. Mevlânâ der ki:
“Dinle bak neyi, neler söylüyor?
Gizli İlahi sırları ifşa ediyor.
Yüzü sararmış, içi boşalmış, başı kesilmiş...
Yahut neyzenin nefesine terkedilmiş,
Dilsiz ve kelamsız bir halde feryad ederek “Allah Allah” diyor.”

2. Allah’a Kulluğun Şuurunda Olmak

İnsanın, yüce bir Yaratıcı tarafından yaratılmış olduğunun ve ona kul olması gerektiğinin şuurunda olması, kulluğun en yüksek makamıdır. Bu aynı zamanda peygamberlikten de önce zikredilen bir vasıftır. Takdir edersiniz ki, kelime-i şehadeti okurken, bizler, peygamberimizden bahsederken “abduhû ve resûlühû” diyerek, önce onun kulluğunu sonra peygamberliğini tasdik ederiz. Kur’ân-ı Kerim’de adı geçen bazı peygamberler de bize tanıtılırken “O ne güzel bir kul idi.” (Sâd/30,44) diye kulluğunun güzelliğine vurgu yapılarak örnekler verilir. Tüm bu anlatılanlar bir tek hakikate işaret ediyor ki, o da Yüce Mevlâ’mızın buyruğu olan “Ben cinleri ve insanları ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.” (Zâriyat/56) fermanıdır.
Hz. Mevlânâ da, kulluğunun şuuruna vakıf olabilen müstesna bir şahsiyettir. Ona göre kulluk şuuruna sahip olmanın en güzel karşılığı vefa duygusudur. Vefayı dostluğun bir parçası olarak gören Hz. Mevlânâ, bir beytinde der ki:
“Dosta karşı vefalı ol. Vefakar olmak Elest Meclisinde söz verdiğin borcunu ödemendir. Korkarım ölürsün de borçlu gidersin.”
Bu beytiyle bizlere, adeta Allah Teala’nın, “Sizin Rabbiniz Ben değil miyim?” sorusuna karşılık bütün ruhların “Evet şahitlik ederiz ki, bizim Rabbimiz Sensin.” şeklindeki cevabından bahseden ayeti hatırlatır.
Ancak onun Cenâb-ı Hakk’a karşı kulluk şuuru farklı bir çizgide tecelli eder. Bu çizgi kulluktan yana duyduğu şevk ve heyecandır. Gelin şu beyte kulak verelim:
“Ben kul oldum, kul oldum, kul oldum.
Ben aciz kul, kulluğumu ifa edemediğimden başımı önüme eğdim.
Her köle azad edilince sevinir.
İlahi! Ben ise Sana kul-köle oldum diye seviniyorum.”
Hz. Mevlana, işte böylesine bir kulluk şuuruyla yaşadı ve Rabbine kavuştu. Ya bizler?... Kulluk borcumuzu nasıl ödüyoruz acaba?. Kıldığımız namazlardan hatırımızda kalan bir tekbir, bir de selam çoğu zaman... Namaz kıldığımızı zannettiğimiz, zaman diliminde ise, günlük işlerimizi, hesabı-kitabı, alacak-vereceklerimizi planlıyoruz. Sanki bizler için söylenmiş şu beyitler için gelin, kulak verelim Hz.Mevlânâ’ya:
“Ömür, yarınlara bağlanan ümitlerle geçip gitmede.
Gâfilcesine kavgalarla, gürültülerle, didinmelerle tükenip durmada...
Sen aklını başına al da, ömrünü şu içinde bulunduğun gün say.
Bak bakalım bu günü hangi sevdalarla harcıyorsun?”
Nefes Kesen Sessizliğine Sitem Ektim...
Hayal ile gerçeğin ayırdına varamayan bir şizofrenin akıl açlığındayım.
Ve senin açlığındayım nicedir.
Gelmiyorsun ya;
Canımın istek kip'lerine sağırlaştırıyorum kendimi.
Zamanın hiçbir karesine denk düşmüyor adımlarımız.
Ve hayatın hiçbir coğrafyasında biz'e yer yok biliyorum.
Sonbahar'la soludum yine bir ayrılığı.
Sekmedi vakti, dakik bir uğultuyla geldi yine.
Halbuki ben, ezber bozup düş yazmıştım.
Olmadı.
Sayıltılar sayıyorum sondan geriye.
Kurup duruyorum vakti,
Gelmeyeceksin.
Eğreti bir yalnızlıktan aleni yoksunluğa dön-üşüyorum.
Susma hakkının terke dönüşen gölgesinde;
Nabız sayımlarına yetişemiyorum hayatın.
Önceleri ilk'leri yaşardım ya seninle.
Şimdi di-li sürçmüş zamanın akrebinden zehirler akıtıyorum.
Yalanlarım aklanmıyor.
Pişmanlığın zemherir soğuğuyla, utancın sıcağı arasında yaş-arıyor gözlerim.
Hangi dilde daha büyüktür hataların açtığı güven oyukları.
Düşünüyorum;
Aleyhime şahlanıyor tüm cevaplar.
Susabiliyorum bi tek.
Senin gibi.
Kronolojik sıralasam sendeki yersizliğimi,
Küresel soğuyacak bakışlarındaki anlam biliyorum.
Sesine uyku kaçmış karanlığını yırt,
Ve tek bi cümle derip, çat bana.
-Ma ek sus'una.
El verme vedalar'a...
Gel...

*Yokluğunun iki yakasını bir araya getirip;
Varlığını ilikler misin ömrüme...ALINTI::
Musa Aleyhisselâmın ümmeti:
- Ya Musa! Rabbimizi yemeğe davet ediyoruz. Buyursun bir gün misafirimiz olsun. Nemiz varsa ikram etmeye hazırız, dediklerinde Musa Aleyhisselâm, onları azarladı. «Nasıl olur, Allah (haşa) yemekten, içmekten ve mekândan münezzehtir» diyerek bir daha böyle bir şeyi akıllarından bile geçirmemelerini tenbihledi. Fakat Musa Kelîmullah Turu Sina’ya çıkıp, bazı münasaatta bulunmak istediğinde, Allah tarafından şöyle nida olundu:
- «Ya Musa neden kullarımın davetini bana getirip söylemiyorsun?»
Musa Aleyhisselâm: «Ya Rabbi, böyle daveti size gelip söylemekten haya ederim. Nasıl olur, Zatı Ulûhiyetiniz onların söylediklerinden beridir» dedi.
Allah (c.c.): «Söyle kullarıma, onların davetine Cuma akşamı geleceğim» buyurdu.
Musa Aleyhisselâm gelip kavmini durumdan haberdar etti, hazırlığa başlandı, koyunlar, sığırlar kesildi. Mümkün olduğu kadar mükellef bir yemek sofrası hazırlandı. Çünkü misafir gelecek olan ne bir vali, ne bir padişah, ne bir başka yaratıktı. Kâinatın yaratıcısı misafir olarak gelecekti. Hazırlıklar tamamlandıktan sonra, akşam üstü uzak yollardan geldiği belli; yorgun argın, üstü-başı birbirine karışmış bir ihtiyar gelip: «Ya Musa! Uzak yollardan geldim, acım, bana bir miktar yemek verin de karnımı doyurayım» dedi. Hz. Musa:
- Acele etme, hele şu testiyi al da biraz su getir bakalım. Senin de bir katkın bulunsun. Biraz sonra Allah (c.c.) gelecek, dedi.
Tabii adam daha fazla diretmeden çekip gitti. Yatsı vakti oldu, beklenen misafir halâ gelmedi. Sabah oluncaya kadar beklediler, halâ gelen giden yoktu. Neyse ümidi kestiler. Hz. Musa taaccüp içinde idi.
İkinci gün Hz. Musa Tur’a gidip:
- Ya Rabbi, mahcup oldum, ümmetim: «Ya Sen bizi kandırdın, ya Allah sözünde durmadı» diyorlar dediğinde, şöyle hitap olundu:
- Geldim ya Musa, geldim. Açım dedim, beni suya gönderdin, bir lokma ekmek bile vermedin. Beni ne sen, ne kavmin ağırladı.» Bunun üzerine Hazreti Musa Kelîmullah:
- Ya Rabbi bir ihtiyar geldi sadece, o da bir kuldu, Allah değildi. Bu nasıl olur? dediğinde Cenabı Allah:
- «İşte ben o kulum ile beraberdim. Onu doyursa idiniz, beni doyurmuş olacaktınız. Çünkü ben ne semalara, ne yerlere sığarım, ben ancak aciz bir kulumun kalbine sığarım. Ben o kulumla beraber gelmiştim. Onu aç olarak geri göndermekle, beni geri göndermiş oldunuz» buyurdu.
Demek ki, Allah için yapılan her şey, bizzat Allah’ın kendisine yapılmış gibi olmakta, Allah o kimseden razı olmaktadır.
Hepinize hayırlı günler arkadaşlar.Biz biz olalım hiç kimseden kendimizi üstün görmeyelim.Rabbim bizi,Kendi rızası için alanlardan ve verenlerden eğlesin işallah. Kaynak:
Büyük Dini Hikayeler, İbrahim sıddık İmamoğlu.
 Bu hikâyeyi, yıllarca İstanbul'da yaşadıktan sonra Çanakkale'ye yerleşen Yüksel Bey anlattı. Bir yakını bize, biz de bütün yakınlarımıza...

     Bir yaz günü, yetiştirdiği hayvanların arasına birkaç tane de kaz ilave etmeyi düşünerek, karşı yakadaki kaz çiftliğine gitmek üzere yola çıkan Yüksel Bey, saatlerini çok iyi bildiği ve hiçbir zaman kaçırmadığı feribotu kaçırır.

     O sıcakta bir sonraki feribotu beklemeyi göze alamayınca da kaz alma planını bir sonraki güne erteleyerek geri dönmeye karar verir.

     Dönüş yolunda otomobiliyle ilerlerken, bir kaz sürüsüyle karşılaşır.

     Kazları takip ederse kendisini mutlaka ait oldukları yere götüreceklerini düşünerek peşlerinden gitmeye başlar.

     Sürü önde, Yüksel Bey arkada, tozlu topraklı köy yollarında ilerlemeye başlarlar. Derken bir yol ayrımında sürü ikiye ayrılır. Bir grup kaz sağa giderken diğer grup düz devam eder.

     Yüksel Bey bir an tereddüt ettikten sonra, sağa sapan kazları izlemeye karar verir. Kazlar yalpalaya yalpalaya bir süre daha gider ve sonunda ağaçların arasına gömülmüş küçücük bir evin önündeki tahta çitlerin arasından geçerek içeri girerler.

     O sırada evin kapısı açılır ve yaşlı bir kadın dışarıya çıkarak kazları karşılar.

     Yüksel Bey, bir süre kadını izledikten sonra otomobilden iner, onun yanına gider ve şayet kabul ederse kazlarını satın almak istediğini söyler.

     Yaşlı kadın sesi soluğu çıkmadan bakar bakar ve ardından gözlerinden akan yaşlara hakim olamayarak "Ben taa ne zamandır bu kazları satmaya niyetliyim. Tek derdim, onları satıp içeride aylardır hasta yatan kocama ilaç almak. Ama ne bir yere gidecek halim ne de onları satacak birini bulacak gücüm var. Dün gece sabaha kadar ağlayarak yakardım.

     Dualarımın duyulacağını biliyordum. Seni bana Rabbim yolladı oğlum" der.

     Yüksel Bey, kazlara yaşlı kadının hayal bile edemeyeceği bir fiyat ödediği gibi ertesi gün oraya bir doktor götürüp kocasını muayene ettirir, ilaçlarını alır ve yaşlı kadının hayır dualarıyla oradan ayrılır.Yanan bir kaple edilen dua böylelikle kabul olur.Rabbim hepimizin dualarını kabul etsin.

hayat
bazen isteklerine erişememek,
vazgeçmek ama kopamamak,
gülümsemek ama gülememek,
ağlamak ama ağladığını belli etmemek,
sevmek kimi zaman ama sevdiğini söyleyememek,
sevilmek ama seni seveni sevememek,
kızmak ama kızdığını incitememek,


Hayat... Biz gelecek için plan yaparken başımızdan geçen olaylar zinciri...
Hayat...Daha... iyi olsun diye çalışıp çabalarken hızla geçen zaman dilimi...
Hayat...Günlük işlere dalıp o yoğunlukta geri kalan kısmı yaşamayı unuttuğumuz kavram...
Hayat...Paran, sağlığın ve huzurun varsa güzel, yoksa yandı gülüm keten helva...
Hayat...doğumla ölüm arasındaki çizgi...ALINTI...Benim fecebook taki sayfamdan hayranı olduğum Türk Edebiyat külübünün yayınından aldım.Sizlerlede paylaşmak istedim.

... Ne hesabını veremeyeceğim bir günüm oldu ne de vicdanımı lekeleyen bir geçmişim... Ne hissettiysem onu söyledim , onu yaşadım... Yaşadığım bir tek andan bile pişmanlık duymadım... Asla keşkelerim olmadı... Hiçbir zaman kendimle vicdan mahkemesi yapmak zorunda kalmadım... Karşıma bazen gerçek yüzler , bazen sahteler çıktı ama olsun ben yine sadece hislerimle yaşadım.. Asla sevmediğim birine seni seviyorum demedim , ya da asla birini severken karşılığını beklemedim... Dostluğuma değer biçmedim , sevgime ise hiçbir zaman sınır çizmedim... Sevdiysem sonuna kadar gittim,bitirdiysem öldürse de hasreti geriye dönmedim... Bazen çok kırıldım , bazen belki de kırdım... Ama hata insana mahsustur dedim..Affettim , af diledim.. Kimileri birden fazla kırdılar kalbimi ama ben onları yinede affettim.. Onlar belki beni saflıkla yargıladılar.Belki de içten içe sinsice güldüler... Ama asıl unuttukları şuydu... Ben aldanmadım... Aldanan her zaman kendileri oldular ama bunu anlayamadılar... Bir insan kaybının ne olduğu bilemedikleri için... Kaybetmek onlar için bir alışkanlık haline geldiği için...... Oysa ben hiç insan kaybetmedim... Sadece zamanı geldiğinde vazgeçmeyi bildim o kadar...ALINTI:::

Ey
burnu kanasa hemen kadere küsüp yüzünü ekşiten.Gülden hiç ders almıyor
musun? Bütün yaprakları tek tek yolsan gül yine de gülmekten
vazgeçmez.Hale razı oluş şükürdür.Gül de daimi bir şükür
makamındadır.Hem bilmez misin ki başına gelen sıkıntılar aslında daha
büyük bir sıkıntıya set olur da başındaki belayı def ederler.O halde
yüzün gülsün.

Bir gün trenle seyahat eden birisi tesadüfen son derece huzursuz olan genç bir adamın yanına oturmuş. Bir sure sonra , genç adam , uzak bir hapishaneden henüz çıkmış bir mahkum olduğunu açıklamış. Mahkumiyeti ailesine o kadar utanç vermiş ki , ne ziyaretine gelmişler , ne . de bir mektup yollamışlar. Ama fakir oldukları için seyahat edemediklerini , cahil oldukları için mektup yazamadıklarını umuyor ; her şeye rağmen kendisini affetmiş olmalarını hayal ediyormuş.

Ailesinin işini kolaylaştırmak için , kendilerine mektup yazıp tren kasabanın eteklerindeki çiftliklerinden geçerken bir işaret koymalarını söylemiş. Ailesi kendisini affetmişse , raylara yakın . bir elma ağacına beyaz bir kurdele bağlayacaklarmış. Eğer kendisinin geri dönmesini istemiyorlarsa , hiç bir şey yapmayacaklar , o da trende kalıp Batıya gidecek , belki de bir serseri olacakmış.

Tren , kasabasına yaklaşırken heyecanı o kadar artmış ki , pencereden dışarı bakmaya cesaret edemiyormuş. Kompartıman arkadaşı kendisiyle yer değiştirip onun yerine elma ağacına bakacağını söylemiş.
Bir dakika sonra elini genç mahkumun koluna koymuş ,
“ Şuraya bak ” demiş. Göz pınarlarında biriken yaşlarla gözleri parlıyormuş. “ Her şey yolunda , bütün ağaç bembeyaz kurdelalarla bezenmiş ”.

O anda bir ömrü zehirleyen tüm acılar , adeta , birden dağılmış , kaybolmuş.


"Affetmezseniz sevemezsiniz.
Sevgisiz hayat ise anlamsızdır"
Yüreğimin kıyısında garip bir sevdadır senle beslenen.
Bazen acı bir hıçkırık,Bazen ise garip bir heyecan.Öyle bir sevdadırki!O na ait her şeyi bilirsindir sokağını,evinin adresini,arabasının pilakasını,telofon numarasını kısaca her şeyini bilirsin.Ve bazen düşünürsün sen ona bu kadar çoğalırken,Peki o sana ait olan her şeyi senin kadar iyi biliyormu?Mesela nelerden hoşlandığını hangi çiçeği sevdiğini en önemlisi seni neyin mutlu edip neyin üzeceğini,İçte hiç bir zaman bunları bilemezsin.Çünkü sen sadece senin yüreğindeki sevginin büyüklüğünü bilirsin.Sevgiler böyle değilmidir kendi sevginden emin olursun her zaman.Ve sevdalar böyle devam eder gider.Hep şu takılır aklıma.Neden her zaman tek taraf fazla sever?

Bugün aylardan hüzün, günlerden
hüzünertesi.
Hüzün alıp hüzün satıyorum,
Masumiyet avuçlarımızdan kaydı.
Kırılan dökülen diğerlerinin yanında
Karanlık dünlerime katıldı.
Hüzün dinliyorum şimdi radyodan.
Maviyken hüzne boyadım kendi ellerimle ruhumu.
Deniz oldum mavilerden en mavi tuval gibi
Hüzünler çizdim üzerine onu d...
a ressamın ellerinden alıp,
Ağaç olayım dedim mavi yeşil...
Dökülen yapraklarım değildi; hüzünler saçtım sağa sola,
Hüznü hüzne böldüm elde var hüzün.

Hüznü hüzünden çıkarsam çeker gider mi?ALINTI.

Kimseler üzülmesin diye,
Üzülmekten yoruldum.
Yoksa benim derdim bana yeterdi,
Herkesin derdine derman ararken,

Son trende ömrümden öylece  geçti.
Garip bir bilmezdi beni böyle yıpratan,
Hüzün mü mutluluk mu bu boş koltukta,
Ömrümün sonuna kadar kalacak olan.

İki hüzün bir koltuğa,
Çekinmeden sığar da,
İki mutluluk yan yana,
Neden gelmez acaba?

Bir ankanın
sırtında zümrütten hayaller kuruyorum Aşkı anlatan bir şiir diliyorum
yıldızlardan Kitap aralarında kuruttuğum çiçeklerde kokluyorum baharı
Vuslatı boy atan ağaçlar dikiyorum en susuz denizlere Ve çok uzak
ülkelere şehirlere Yusuf’un kuyudaki sessizliğine ve yokluğundaki
sensizliğime sesleniyorum Alıştırma beni hasretine...ALINTI.

Nede çabuk tüketmişsin yüreğindeki sevgimi
Oysa sevdaya dair ne varsa
Hepsini bırakmıştım tek kalemde yüreğine
Biliyordum ki bir daha lazım olmayacaklardı bana
Senden sonramın olmayacağına inandığım kadar biliyordum
Neyim varsa,
Seninle olsun istemiştim
Hep seninle anılsın istemiştim ismim, sevinçlerim
Hatırlar mısın? ...
Dün gibiydi o sahilde kumlara yazdıkların
Dün gibiydi sevinçlerin gözyaşları
Dün gibiydi her şey daha dün
Ve aradan geçen günlerden sonra
Bir mart gecesiydi beni aradığın
Bana… Beni unuttuğundan bahsediyordun
Şehrin ayazı gibi keskindi sözlerin
Keskindi yüreğime geçen hançerin
İlk kez bu kadar çaresizdi benimse cümlelerim
O beyaz yüreğine bıraktığım masum sevdamın hatırına
Daha fazla kırma beni…
Gözyaşlarım gözyaşlarına karışmışken… Git sevgili
Bütün hayallerimizi unuttuğun gibi… Git
Unuta bildiğin kadar unut
Arkanı dönmüşken, hazır unuttum demişken…
Git… Sevgili
Yüzüme bakma, İçin acır…
Ben nasıl olsa alışırım buna
Geceleri çıkar düşerdim yollara
Sabah şehrinde ezanlar dinlerdim
Sana martılarla dualar gönderirdim
Yağmurlar yağardı ince ıssız sensiz
Ben sokağınızda ıslandığımı bilmezdim
Karşıma çıktığında yüreğim yutkunamazdı o anı
Yorgun argın kırmızı gözlerim dolardı
Yalan değil seninde kalbin titrerdi
Onca yolu beni gerçekten sevdiğini zannederek gelirdim
Sana koşmanın nasıl bir gurur olduğunu
Artık anlamasan da olur
Biliyorum, Sen sadece unutursun
Bakarsın birkaç kış geçer üzerimizden
Birkaç yaz
Ve baharlar geçer sevdiğim üzerimizden
Senin çiçeklerin açar yüzünde
Benimse toprağımda

Akif AKTAŞ

Sabahın
erken saatlerinde çalan çalar saatimin sesini sevdim...
Bana bugün de yaşama olanağı verildiğini gördüğüm için...
Buzlu yollarda yürümeyi sevdim...
Yaşamda da atılan yanlış bir adımın,
İnsana ne denli acı vereceğini anımsattığı için...
Uzakları sevdim...
Özlemlerin duyguları pekiştirdiğini bildiğim için...
Yaşamın renk...
lerini sevdim...
Yaşanılan tüm duyguları tablolara döktüğü için...
Bir şeylere inanmanın mutluluğunu sevdim...
Kendimi iyi duyumsadığımda,
Yanımda olacak insanların varlığını bildiğim için ...
Her ne olursa olsun bir şeyin bittiği için üzülmek yerine
Yaşandığı için sevinmeyi sevdim...
Üzüntülere liman olursak,
Mutluluğun başka yerlere demir atacağını bildiğim için...
Sevmekten ve sevilmekten korkmayan insanları sevdim...
Sevme ve sevilmenin yapaylıktan değil,
Doğallıktan geldiğini bildikleri için...
Arkadaşlarımla geçirdiğim zamanları sevdim...
İçten bir sohbetin, tüm ağrılara iyi geldiğini bildiğim
için ...
Ve sevdiklerimin ellerini tutmayı sevdim...Avucumun içine bıraktığım yüreğime dokundukları iç
in.

Bir özlem şarkısının içini eriten ezgilerinin kulağından girip, yüreğine doğru akmasını sonrada gözlerinden damla damla dışarıya taşmasını hissetmektir aşk...

Her aklına gelişinde,yanında olmasada, yanında gibi hissetmektir aşk...

 Hayat bizi ağlarını daha doğduğumuz hatta anne karnında var olmaya başladığımız gün kaderimizi çizmeye başlar. Bu kader bizim başlangıcımız ve sonumuz olan yaşamımızın değişmez bir parçasıdır. Öyle insanlar gelirki hayata hiç bir şey anlamadan hayatını çürürtür sonra da göçer gider bu diyardan. İşte çoğumuzda hayattan korkmasının nedeni budur. Hiç bir şey yaşamamış olmamızdır. Bir gül öyle güzeldir ki onu öldürmeye kıyamayız onu koparmayız ya da ona zarar gelmesi istemeyiz. Böyle ince ruhlu insanlarda vardır. Onlar hayatlarından zevk almasını bilirler. Hayata sadece para para diyen Napolyon gibi para diye haykırmazlar. Bazıları vardır hayatı yaşarlar. Zenginliğin mutluluğun(parası olmayan ya da az olana göre) keyfini atarlar. Dünya yı dolaşırlar hayatı yaşarlar. Ama onlara sorsak bu hayat mı der belki de... Hayat budur. Kimsenin gözünün yaşına bakmadan yapabileceğini gördüğü insanların hayatlarına karışmadan yaşama tutunabilmektir. Bir kitapta yazılan yazı gibi "Gün doğmadan geldin,gün batmadan gideceksin".
Hayata nasıl bakarsan öyle yaşarsın. 3 günlük hayatta misafiriz biz. Bazıları sınav olarak görür dersine çalışır bazıları yaşam diye görür bunu yaşamaya çalışır. Hepimiz farklıyız hepimizin yolu ayrı.Ama bitiş noktası aynı. Hepimiz doğar,büyür ve ölürüz. Bu bizim kaçınılmaz yolumuzdur. Bugün başkası için ağlarsın yarın başkalarıda senin için ağlar.Yani kısaca hayatta bazı zorluklarlada karşılaşsak yaşamak dört noktadan geçiyor(doğmak, büyümek,ihtiyarlamak ve kaçınılmaz son ölüm, bizlere bu sınavda sabretmek düşüyor.Sabır öyle acıdırki,ama meyvesi tatlı.Hepinize sevgilerimle...
 Lailahe illallah Cuma’nın sebebiyle, Muhammedün Resullullah gerek yüzün gölgesiyle dünya ve ahirmuradımı ver.
Melekler duasıyla, Ya vedüdüm, entel maksudum, Kulhüvellahü ehad, bin bir kere ya samed, cennet kapılarını aç, benim günahımdan geç.
Benim günahım varsada senin gibi halikim var. Muhammed Aleyhisselam dostum var.
İlahi kabre vardığım gece lütfeyle, yalnız kaldığım gece bilmediğimi bildir. Kabrimi nur ile doldur. Kevser şarabına daldır, ulu cemalini göster.
Gece gündüz yalvarırım sana dünya ve ahiret muradımı ver bana.
Rabbim Allah, fikrim zikrullah, kalbimin nuru Resullullah, evvelim Allah, ahirim Allah, La ilahe illallah Muhammedün Resullullah.
Cuma gibi günümüz var. İslam gibi dinimiz var. Muhammed gibi şahımız var. Allah dedim, dostum dedim, 99 ismine mühür vurdum, üstüne.
Sırrım sübhanım Allah, derdim dermanım Allah, gafil kuluna gam düşmüş, yetiş imdadımıza ya Muhammed.
Kulhüvellahü ehad, bin bir kere ya samed, ya Allah, ya Muhammed umarız senden şefaat.
Lailahe illallahtır özüm, Muhammed Mustafadır sözüm, ihlas-ı şerif ile yıkadım yüzüm. Ayetele kürsü için sen kabul eyle sözüm.
Bugün Cuma günüdür. Dinim İslam dinidir. Dinimin İslam dini olduğuna, yetmiş binin nısfına, mühürledim üstüne.
Lailahe illallah üç muradım var, biri cennet, bir ırmak diyarını görmek. Aç cemalini göster diyarını.
Ya Resullullah! Aman yarabbi ya rabbena her halimiz malumdur sana, gece gündüz yalvarırım sana. Her zaman sana muhtacım, cemalini göster bana.
Cennetine davet et Allahım kabrimizde rahatlık, sıratta selamet, tatlı canımız sana emanet, son nefesimizde selametler ihsan eyle.
Kabir suallerimiz ahsan eyle, cennetinle cemalini cümleyle beraber bana da nasip eyle.
Lailahe illallah selalar duası için, Muhammedün Resullullah arşı ala gölgesi için hastalara şifa, dertlilere deva, borçlulara edalar ihsan eyle Ya Rabbim.
Elif Allah, Nur Muhammed tez selamet.
Ya Celil, etme zelil, gönder delil. İlahi Yarabbi hacetimi rahmet deryasını ulaştır, duaya açılan elleri icabete eriştir.
Allahım senden başka kimsemiz yoktur. Lailahe illallah arşı alaya Muhammedün Resullullah şükür Mevlaya.
Yarabbi yarabbena her halim malumdur sana, cenneti alada cemalini göster bana.
Lailahe illallah günahlarımız af eyle, Muhammedün Resullullah makamımı nur eyle.
İlahi Yarabbi son nefesimde kendime malik olmadığım zaman bu duamı sana emanet ederim.
Selatü selaya yolladım Mevlaya, sen cümlemizin muradını ver gelecek Cuma’ya.
Lailahe illallah ve cellehü edası ile, Rabbim muradımızı ver melekler duası ile.
Lailahe illallah kalbimizi karartma, rızkımızı azaltma, kabrimizi, daraltma, senden başka kapı aratma, muhannete muhtaç etme.
Lailahe illallah imanla sabır, Muhammedün Resullullah azapsız kabir.
Allahım beni af eyle, her  derdimi def eyle, rızkımızı bol eyle, kabrimizi nur eyle, sual meleklerinin cevabını muktedir eyle.
Evvelim Allah, ahirim Allah, kalbimde beytullah Lailahe illallah Muhammedün Resullullah. “Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abduhû ve rasûlühü” diyerek çene kapatmak nasip eyle Yarabbi.
Allahım şeytanın şerrinden, kabirdeki yılanlardan, çıyanlardan, ölümün dehşetinden, kabirin azabından, sıratın zulmetinden muhafaza eyle Allahım.
Ölümün hayırlısını, üç ayların birisini, Yasinin yarısını okurken ölmeyi nasip eyle Yarabbi.
Amin.
Kul olmalı insan. Onu yoktan var eden, sınırsız rızıklandıranın kulu olduğunu unutmamalı. Ve yine asla unutmamalı Allah’tan geldiğini ve yine ona döndürüleceğini.....



İmam cenaze namazı kıldırmak için cemaate saf tutmaları için seslendi. Daha sonra dönüp arkasına baktığında şaşkınlığını gizleyemedi. Çünkü cemaat beş kişiden ibaretti. Mevtanın yakın çevresinden sadece beş kişi.

O güne dek pek çok cenaze namazı kıldırmıştı. Kimsesi olmayanların bile cami cemaati cenaze namazlarına katılıp ondan sonra dağılırlardı. Ölen o civardan biri olurdu mutlaka. Ya selam verdiği, ya sık sık karşılaştığı veya camide namaz sonrası sohbet ettiği evine girip çıktığı bir komşusu olurdu ölen kişi İnsanlar bunun hatırına, selamın veya bir tebessümün hatırına iştirak ederlerdi cenazesine.

İlk kez bu kadar az kişiyle kılacaktı cenaze namazını. Ama karşısında duran tabuta takılıp kaldı gözleri ister istemez. Hiç mi selam verdiği, yardımına koştuğu, hastayken ziyaret ettiği, çocuğu olan ev alan birine hayırlı olsuna gittiği, düğününe, yakınlarından birisinin cenazesine gittiği herhangi biride mi yoktu hayatında?

O kadar mahzun bırakılır mıydı cenaze? O tüm bu duygularla namazı kıldırmış, mezarlığa doğru yola çıkılmıştı bile. Yolda da kafasından atamamıştı bu düşünceleri. Acaba ölen kimdi? Nasıl biriydi? Gömülme işlemi bitmiş evine dönerken aklı hala cenazedeydi. Bakkalın önünden geçerken onun tanıyacağını düşünerek hızla oraya yöneldi.

- Ahmet efendi hayırlı işler

- Sağ ol hocam nasılsınız?

- Allah Şükür hocam dünya meşgalesi oyalanıyoruz işte.

- Ahmet efendi sana bir şey soracağım.

- Buyur hocam hayırdır.

- Bugün bir cenaze vardı camide. Fakat cemaati sadece beş kişiydi. Bende meraklandım ölen kimdir diye?

- Evet şu ikinci kattaki mazdası olan adam. Adı Fatih değil mi?

- Evet adı Fatihti. Madem tanıyordun da neden cenazede yoktun o zaman?

- Hocam işin aslı değişik bir adamdı. Annesi ve babası hatır soran insanlardı ama o evden kimseye selam vermeden çıkıp arabasına atlar, teybini sonuna kadar açıp gaza basar giderdi. Kimseye hal hatır sormaz, hayırlı işler demez,insanları küçümseyen,saygısız sevgisiz biriydi. Bir kere bile camide gördün mü sen hocam?

- Hayır tanımıyorum. Belki de yeni gelmişlerdir o yüzden olabilir.

Ahmet efendi hararetle anlatmaya devam etti. Fatih’e kızgınlığı konuşurken gözlerinin donukluğundan ve kelimeleri birbiri ardına sıralamasından belliydi.

- Hocam camiyle, ezanla işi yoktu ki zaten. Dedim ya saygısızdı. Sadece komşulara değil, akrabalarına karşı da aynı şekilde davranıyormuş. Bazen akrabaları burada alış veriş yaparlarken o yanlarından geçip gider onları da görmezden gelir, arabasına atlar giderdi. Onlarda anlatırlardı. Evlerine gittiklerinde de o d diğer odaya gider orada müzik dinlermiş. Onların yanına bile girmeye tenezzül etmezmiş. Yani kısacası hiç kimseyi önemsemezdi. Bir akrabası anlatmıştı. Önceden bu şekilde değilmiş. Beş sene oldu onlar buraya taşınalı. Zengin bir akrabası onlara bu evi almış, başka bir akrabası da ona iş vermiş. Sonra bir de altına araba çektiler. Adam değişti ne oldum delisi oldu yani anlayacağın hocam... Selamı sabahı kesti. Sonra kendisi gibi Allahsız, besmelesiz birini bulmuş nereden bulduysa, düğünsüz derneksiz aldılar beraber yaşıyorlar. İşte hocam bazen iyilik ve hayır olsun diye yapılan yardımlar insanı bu şekilde azgınlaştırabiliyor da.

Hoca dalgındı. Tüm bu anlatılanları kafasında canlandırmaya çalıştı. Hala insanlardan bu derece kopuk yaşamasının sebebini anlayamamıştı.

- Tamam da Ahmet efendi insanlardan neden bu kadar koptu ki?

- Şımarıklık hocam. Sonradan görmek bu olsa gerek. Hiç kimsenin doğumuna, ölümüne, hastalığına, sağlığına gitmezse ona gelirler mi hocam? Doğum da insanlarla olur ölüm de, Düğünde de insan lazım, cenazede de. Bu dünya gelip geçici be hocam. Bak hiçbir şey kurtarmıyor insanı. Ölüm sırası geldiğinde ansızın alıveriyor insanı.

Hoca destekler mahiyette kafasını salladı.

- Evet haklısın. Dünyada güzel şeyler yapmak lazım. Geride kalanlar seni güzel hatırlasın.Bugün ölecekmiş gibi ahiret için, hiç ölmeyecekmiş gibi de dünya için çalışmalı insan. Öleceğini asla unutmadan, yeri ve zamanı geldiğinde hiçbir güç, hiçbir şey erteleyemez ölümü. Yüce yaradan Kur’an da ne buyurmuş?

“Siz sağlam kalelerde bile olsanız ölüm gelip sizi bulur.” Ahmet efendi de dalgınlaştı. Evet hoca çok haklıydı. Bu dünya yalnız yaşanıp,sessiz sedasız terk edilecek bir yer değildi ki. Güzel şeyler yapmalı, yaradanını unutmadan, yarattıklarını küçümsemeden yaşamalı. Amacı olmalı aldığı her nefesin. Bir işe yaramalı insan!.. Yiyip içen, gezip dolaşan bir et yığını değil ki insan. Sevmeli, sevilmeli, öğrenmeli, öğretmeli,almasını bildiği gibi vermeli de, insanlarla iç içe sürdürmeli yaşantısını. Evet hoca çok haklıydı. Sevildiğini kanıtlarcasına cenazesinde;

- Mevtayı nasıl bilirdiniz? Sorusuna yüzlerce insan yürekten hep bir ağızdan;
  İyi bilirdiikk.. diye haykırmalı. Gerçekten gözyaşı döküp üzülmeli onun için. Ardından dualar etmeli kusurlarının affı için. Tüm bunları yapacak gerçek dostlar, sevenler bırakmalı insan ardında. Ona bir adım atana o, on adım atmalı. Ona yürüyerek gelene o, koşarak gitmeli. Ona selam diyene o, daha güzeliyle karşılık vermeli. Yani kul olduğunu aldığı her nefeste hatırlamalı. Ölümlü bir fani olduğunu her verdiği nefeste hissedebilmeli.

Kul olmalı insan. Onu yoktan var eden, sınırsız rızıklandıranın kulu olduğunu unutmamalı. Ve yine asla unutmamalı Allah’tan geldiğini ve yine ona döndürüleceğini.....

Aklın kimyası ile aşkın kimyası başkadır. Akıl temkinlidir. Korka korka atar adımlarını. Aman sakın kendini diye tembihler. Halbuki aşk öyle mi? Onun tek dediği: Bırak kendini, ko gitsin; akıl kolay kolay yıkılmaz. Aşk ise kendini yıpratır, harap düşer. Halbuki hazineler ve defineler yıkıntılar arasında olur. Ne varsa harap bir kalpte var!

Bayezid-iBestami hazretleri büyük velilerden...Bir gün tımarhanenin önünden geçiyor.Tımarhane hizmetcisinin tokmakla bir şeyler dövdüğünü görüyor:
-Ne yapıyorsun?
Hizmetçi:
-Burası tımarhanedir.Delilere ilaç yapıyorum.
-Benim hastalığıma da bir ilaç tavsiye eder misin?
-Hastalığını söyle.
-Benim hastalığım günah hastalığı...
Çok günah işliyorum...
-Ben günah hastalığından anlamam...
Ben delilere ilaş hazırlıyorum...
Parmaklığın arkasından konuşulanları duyan bir deli,(!)Bayezid-i Bestami hazretlerine:
-Gel dede, gel!Senin hastalığının çaresini ben söyleyeyim,diye seslendi.
Bayezid-iBestami hazretleri,delinin yanına sokularak:
-Söyle bakalım,benim derdime çare nedir?dedi.
Deli(!)şu ilacı tavsiye etti:
-Tevbekökü ile istiğfar yaprağını karıştır...Kalp havanında tevhid tokmağı ile döv,insaf eleğinden geçir,göz yaşıyla yoğur ,aşk fırınında pişir...Akşam sabah bol miktarda ye...O zaman göreceksin senin hastalığından eser kalmaz,dedi.
Bu ilacı öğrenen Bayezid hazretleri:
-Hey gidi dünyahey!Demek seni de deli diye buraya getirmişler,deyip oradan ayrıldı.
bu ilaç,halen günah hastası olanlara tavsiye edilmektedir.Yani bu formülün hükmü devam etmektedir.
Arkadaşlar bu gün okuduğum,Medine Balcı adlı yazarın NEVBAHAR adlı kitabındaki bu hikaye çok hoşuma gitti ve sizlerlede paylaşmak istedim.Çocuklara ders yaptırırken yazmak biraz zor oldu amma sizler için değer.SEVGİLERİMLE...
Suskun kalmış cümlelerin bile,
Güzel bir anlamı vardı.
Her güzellik dile getirilemez ki…
Kimi içten bir gülümseyişte,
Kimi mutlulukla akan,
Birkaç damla göz yaşında,
Bazen de yarin,
İki tutam saçı okşayışında gizlidir.
Zaman kötü olmuş diyoruz,
Zamanın ne suçu var?
Kötü olan bizleriz aslında…
Sevgileri,sevdaları basitleştiren,
Her şeyi bayağılaştıran hep biz…
Hırs,bencillik,düşüncesizlik sarmış,
Dört bir yanımızı…
Her şeye,herkese bir kulp takan,
Kendimizi aklamak,savunmak adına,
Başkalarını suçlayan bizler…
Kaçımız gerçekten özeleştiri yapabiliyoruz?
Hangimiz acaba karşımızdaki için;
“Onu kırdım mı?
Bir yanlışım,hatam oldu mu acaba?”
Diye düşünmeye zaman ayırıyoruz ki?
“Bana ne ya!
Ben haklıyım ne de olsa…?”
Deniyor hep…
Kaç kişi özür dileyebiliyor hayatında?
Ağzımızdan ;
Hırslarından arınmış,
İçten,
Gönülden,
Çıkarsız,
İki güzel kelam çıkmayacaksa,
SUSKUN KALMAK EN İYİSİ GALİBA…
“Seninle olmanın en güzel yanı ne biliyor musun?
Elin elime değmeden avuçlarımı terleten sıcaklığını taa içimde hissetmek.
Seninle olmanın en kötü yanı ne biliyor musun?
”Seni seviyorum” sözcüğü dilimin ucunu ısırırken her konuşmamızda boş yere saatlerce havadan sudan söz etmek.
Seninle olmanın en heyecanlı yanı ne biliyor musun?
Aynı şeyleri seninle aynı anda düşünmek birlikte ağlamak gülmek. Ve buradayken bile seni çılgınca özlemek…
Seninle olmanın en acı yanı ne biliyor musun?
Seni hiç tanımadığım bir sürü insanlarla paylaşmak. Senin yanında olan, seninle konuşan herkesi çocukça kıskanmak.
Seninle olmanın en mutlu yanı ne biliyor musun?
Tanıdık birileriyle karşılaşma tedirginliği ile yollarda yürümek yan yana… Elimdeki şemsiyeye inat yağmurda ıslanmak birlikte. Elimde kır çiçeğiyle seni beklemek… Aynı mekanlarda aynı yiyecekleri yemek.
Seninle olmanın en romantik yanı ne biliyor musun?
Sensiz gecelerde sana söyleyemediklerimi yıldızlara aya anlatmak… Okuduğum kitabın sayfalarında dinlediğim şarkıların türkülerin şiirlerin her mısrasında seni bulmak.
Seninle olmanın en zor yanı ne biliyor musun?
Seni kaybetme korkusuyla hayatta ilk kez tattığım o tarifsiz duygularımı umut denizinin ortasında küreksiz bir sandala hapsetmek. Sevgili yerine yıllarca dost kalmayı başarmak. Yalın ayak yürümek bıçağın en keskin yerinde. Kanadıkça tuz yerine gözyaşlarımı basmak yüreğime.
Seninle olmanın tek yan etkisi ne biliyor musun?
Nereden bileceksin?
Sen benimle hiç olmadın ki. Olsaydın avuçlarım terlemezdi… Isırmazdım dilimin ucunu… Özlemezdim seni yanımdayken.Kıskanmazdım.
Korkmazdım yollarda yürümekten. Islanmazdım yağmurlarda… Yıldızlara aya dert yanmaz, böyle her şarkıda serhoş olmazdım.
Korkmazdım seni kaybetmekten ayaklarım kan revan atlardım sandaldan denize… Ve her kulaçta haykırırdım seni..
Ama sen hiç benimle olmadın ki…
YA AKLIN BAŞKA YERLERDEYDİ YA YÜREĞİN…”
Can YÜCEL



Kralın biri geziye çıktığı bir sabah dilencinin biriyle karşılaşır. Dilencinin hali perişandır ancak buna rağmen gülümsemektedir. Neşesi yerindedir.
Kral halinden memnun dilenceye sorar; 'Dile benden ne dilersen?''
Dilenci kralın bu sözüne güler ve 'Kralım siz benim dileğimi gerçekleştiremezsiniz, boşverin, yolunuza gidin ' karşılığını verir.
Kral gücenir. Kendini beğenmiş bu dilenciye dersini vermek ister. Israr eder.
'Ben Kralım, senin her istediğini yerine getirebilirim, sen dile dileyeceğini...'
Dilenci elindeki çanağı krala uzatır ve 'bunu doldurabilir misin? diye sorar..
Kral yanındaki vezirine çanağı altınla doldurmasını emreder. ,
Vezir üzerindeki bütün altınları küçük çanağa boşaltır ancak çanak dolmaz.Saraydan bir torba altın getirtilir, o da çanağa boşaltılır, çanak yine dolmaz. Çanağa atılan altınlar sanki buhar olup uçmaktadır. Kral ve veziri çanağın altına bakarlar. Çanak delik de değildir. Ancak altınlar da ortada yoktur.
Gün boyunca saraydan torba torba altın getirtilir. Hepsi de çanağa boca edilir ancak, çanak de bir türlü dolmaz. Kralın hazinesi küçük çanağa dayanmaz. Kral sonunda dilencinin önünde diz çöker.
'Tamam, sen kazandın ama bana bunun sırrını söyle. Bu çanak neden yapılmıştır, niçin dolmak nedir bilmemektedir?'
Dilenci, 'çok basit' der ve ekler:
'Bu çanak insanın arzu ve isteklerinde yapılmıştır. Doymak bilmez oluşu bundandır. İnsanın arzularının ve isteklerinin sonu yoktur. İstek ve arzu doyumsuzluk uyandırır ve kral da olsa herkesi sonunda dilenci olmaya mecbur bırakır...

" Arkadaşlar  ben bu hikayeyi okuyunca çok beğendim". Sizlerle paylaşmak ve üzerinde yorum yapmak istedim...
  • Suskun yüreğimde sessiz kelimeler konuşsun istedim.
  • Ve ben seni ölesiye özledim ey yar,
  • Beni bilirsin beklemek ve özlemekle hükümlüyümdür,
  • Neredeyim biliyormusun?
  • Hasret Şehrinde ,

  • Aşıklar limanında,yani adresim hep aynı.
  • Sana gönül vereli değişmedi.
  • Bekliyorum sessizce ve sabırla.
  • Bir gün bana dönüşün mahşer gününe de raslasa,

  • Ben seni bıraktığın yerde,
  • Hasret şehrinde,
  • Aşıklar limanında bekliyorum.
  • SENİ ÇOK SEVİYORUM.
..
Arkadaşım  yıldız: beni bu hediyeye layık görmüş beni bu güzel
ödüle laik gördüğü için çok teşekkür ederim.

 KURALLAR

Sizi ödüllendirene teşekkür edin.
* Sizi ödüllendirenin blog linkini yayınlayın.

*Ödülün logosunu yayınlayın.

7 yaratıcı blogger ödüllendirin.

* 7 blogun linkini yayınlayın.

* Ödüllendirdiklerinizi haberdar edin


Kendiniz hakkında 7 ilgiç şey yazın.

HAKKIMDA YEDİ İLGİNÇ ŞEY

1)Bir yere gideceğim zaman arkadaşım beni hiç bir şekilde bekletmemeli.

2)Evin dağıtılmasına çok kızarım.Çünkü koyduğumu yerinde bulmam lazım.

3)Yatmadan saat kaç olursa olsun evimi temizler yatarım.

4)Sabah çocukları uyandırmak için calar saatlik yaparım on dakikada herkes 

ayakta.
5)Çok sabırsızımdır  burcumun bu özelleğini hiç sevmem,

6)Aramızda bazende temizlik yaparken çok abarttığımı düşünüyorum.

7)Birde kendim için vakit ayırmaya bayılıyorum.
Sıra geldi ödül vermeye gönül isterdi ki hepinize vermeyi..


Zehra senerp://annemineli.blo:httgspot.com/

Sevgi:http://kirlangichikayesi.blogspot.com/

Cahide:http://cahideninelleri.blogspot.com/

Ballı cimcime:http://ballicimcime.blogspot.com/

Hilal:http://hilaltimur-siir.blogspot.com/

Sibel:http://enguzeltatlar.blogspot.com/

 semra: http://evraile.blogspot.com/

sıra sizde arkadaşlar